İnsanlar çoğu zaman depresyonu, geçici bir üzgünlük ya da motivasyon eksikliğiyle karıştırırlar. Oysa depresyon, beyin işlevlerinde ciddi bozulmalara yol açan, bazen de yaşam kalitesini dibe vurduran bir hastalıktır. Basit bir “nasihat” ya da “hadi canım, kalk ayağa” demekle asla geçmez; bu, bizzat beynin çalışma şeklini değiştiren tıbbi bir tablodur. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar, depresyonun beyindeki enerji ve sinyal akışını bozduğunu ortaya koyuyor. Depresyondaki birinin beyni, adeta yavaş çekimde çalışıyor. Kişi, basit günlük işleri bile ağır bir yük gibi hissediyor. Merdivenleri çıkmak, bulaşık yıkamak veya bir eşyayı bir yerden başka bir yere taşımak, gözünde dev bir dağ gibi büyüyor.
Depresyonun beyin üzerindeki bu etkileri, sadece duygu durumuyla sınırlı kalmaz. Algı, kavrama, karar verme ve hafıza gibi bilişsel fonksiyonlar da büyük ölçüde zarar görür. Depresyondaki insanlar çoğunlukla yatağa bağımlı hâle gelirler, hiç dışarı çıkmak istemezler. Hayata dair enerjileri tükenmiş gibidir. Dışarıdan bakıldığında bu hâlin abartılı veya isteğe bağlı olduğu düşünülebilir. Oysa bu, tamamen istem dışı gelişen bir tablodur. Nasıl ki kulağı duymayan bir insanı “hadi duysana” diyerek ikna edemezseniz, ağır depresyon yaşayan bir kişiye de “kalk, hayatına devam et” demek çözüm değildir.
Sevgi Nesnesi Kaybı ve Depresyonun Gerçek Yüzü
Toplumda depresyona giren kişilere yönelik sıkça duyduğumuz önyargılardan biri, yaşadıklarının abartılı olduğu ve aslında kişinin biraz çaba göstererek bu hâlden çıkabileceğidir. Ancak depresyonun birçok tetikleyicisi olabilir ve bunlardan biri de “sevgi nesnesi”nin kaybıdır. Sevgi nesnesi sadece insanlardan ibaret değildir. Bir kişinin hayatındaki en değerli canlı, bazen bir kedi ya da köpek olabilir. Kedisi öldüğü için ağır depresyona giren vakalar var. Çünkü o kişi, sevgisini o hayvana yatırmıştır; onun kaybı, ruhunda derin bir boşluk bırakır. Böyle bir durumda kişiyi yargılamak, “ne var canım bir kedi için bu kadar üzülmekte?” demek, büyük bir haksızlık olur.
Depresyonun gerçekliği, çoğu zaman yaşamayan tarafından anlaşılamaz. Hastalık öyle güçlüdür ki, kişi istemese de hareketsiz, isteksiz ve karamsar olur. Bunun kendi elinde olmadığı unutulmamalıdır. Hayatta bazen herkes kayıplar yaşar, ama bazı insanların buna tepkisi biyolojik olarak daha derin ve yıkıcı olabilir.
Sevgi Yatırımı ve Mutluluğun Kırılgan Dengesi
İnsan psikolojisinde “sevgi yatırımı” oldukça önemli bir kavramdır. Sevgi yatırımını, kontrol edemeyeceğimiz ve sürekliliğini garanti edemeyeceğimiz şeylere yaptığımızda mutsuzluk kaçınılmaz olur. Servet, şöhret, şehvet gibi unsurlar çoğu zaman insanların bütün umutlarını ve sevgilerini bağladıkları değişkenlerdir. Ancak bunların hepsi geçicidir. Bir gün kaybolup gidebilirler. Sevgi yatırımını sürekli el değiştiren, geçici değerlere bağlayan insanlar, o değerleri kaybettiklerinde ciddi bir boşluğa düşerler.
Oysa sevgi yatırımını kontrol edebileceğimiz, sürdürülebilir değerlere yönlendirdiğimizde, kalıcı mutluluğun kapılarını aralamış oluruz. Aile, dostluk, anlamlı uğraşlar, kişisel gelişim gibi konulara yapılan sevgi yatırımı, insanın iç dünyasını da güçlendirir. Böylece kayıplara karşı daha dirençli, hayatın zorluklarıyla daha barışık bir ruh hâli gelişir.
Bir Anlama Ağlamak: İnsanın Kırılganlığı ve Gücü
Her insan, hayatı boyunca anlam arayışında olur. Sevgi yatırımının da temelinde bu anlam arayışı yatar. Anlamsızlığa düştüğümüzde, hayatımızdaki değerler bir bir elimizden kayıp giderken, depresyonun pençesine yakalanmak çok daha kolay hâle gelir. Sevgi, kontrol ve anlam; bu üçlü arasında hassas bir denge vardır. İnsan, sevgisini ve değerlerini anlamlı bulduğu şeylere yönlendirirse, mutluluğu daha uzun ömürlü olabilir. Depresyonun gölgesi her zaman yakınımızda olabilir, ama anlamlı bir yaşam, en güçlü panzehirlerden biridir.

Schreibe einen Kommentar